Yıllar olmuş yazmamışım yaw… Zamansızlıktan ölüyorum, bundan sonra daha bol bol yazıcam inşalla. Valla bu süreçte hayatımızda sağlam değişiklikler oldu. Kendimize yeni bir hayat ısmarladık uzaklarda atladık geldik babanın peşinden. Bizi hiç tanımayan, bizim hiç tanımadığımız, suyunun havasının farklı olduğu yerlerde 50 m2 lik ingilizce bir hayat kurduk kendimize yeni yılla birlikte. Sadece durmaya geldik, zamanı yavaşlatmaya…Hepimiz şaşkınız, heyecanlıyız. Ankarada çok hızlı geçen zaman burda nasıl yavaşlatırız meraklıyız. Ama zor geldi bırakıp gitmek dostları, kardeşleri, anneleri, babaları…Ankarayı bile…Zira Ankara, görücü usulü evlilik gibidir; sevilmez ama bir takım sebepler ötürü terk edilemez. (http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=226434)
Kuzucuk yağmuru sevmese zor çekilir bu memleket. Yürüyoruz bol bol yağmur çamur demeden. O park senin bu park benim, sincapların peşinden.
Londraya ilk geldiğimizde bi 7-8 sene önce bi kuzumuz olsa ve “Natural History Museum” a mutlaka getirelim diye hayal kurmuştuk kocacıkla. Kuzuyla geldiğimiz gibi ilk işimiz müzeye gitmek oldu. Zaten dinazor börtü böcek manyağı olan kuzucum bir eğlendi bayıldı fotoğraflarını çekti resimlerini yaptı. Londradaki müzelerle ilgili detaylı yazacağım. Müzelerin en güzel yanı tabiki ücretsiz olması:)
Bunlarda kuzunun kendi makinesinden: