Rüya şehir Paris

Anlatılarak olmayacak bir şehir daha, mutlaka görülmesi lazım. Şiir gibi bir kent. 3 gece 4 gün kaldık ama yetmedi mutlaka bir daha gitmek gerek. Daduu damağımıza yapıştı diyebilirim. Elimizde harita yine ayaklarımız iflas edene kadar dolaştık. Gittiğimizde haziran ayıydı ve hava 10 dan sonra kararıyordu. Bol bol yürüdük.

Valla anlat anlat bitmez ama bir yerden başlıyım. Gezilebilecek yerleri özetleyeyim öncelikle:
Notre-Dame de Paris katedrali: 2000 yıllık bir tarihi var, ağzını açık bırakacak bir mimarisi var, Napoleon kendini burada imparator ilan etmiş, 255 basamak olduğu için biz çıkmadık ama kulesinin mazarasıda gayet güzelmiş, Notre- Dame ‘ ın kamburu gibi poz verip foto çektirmeyi unutmayın
Eiffel kulesi: Gerçekten bir mühendislik harikası. Yerden 320 m yüksekte, 15000 metal parça ve 2500000 perçin kullanılmış. Ben yüksekten korktuğum için en üst platforma çıkamadım ama siz çıkın mutlaka. Manzara süpperr. Eiffel kulesinin altındaki parkta piknik yapabilirsiniz. Gece ışıklandırmasını mutlaka görmelisiniz.
Louvre müzesi: Dünyanın en büyük müzelerinden biri. 2-3 günde hepsini gezemezsiniz gez gez bitmiyo valla. Mona Lisa teyzemiz ve birçok ünlü eser yeralmaktadır. Girişte çok kuyruk olabiliyor erken gitmek en iyisi.
İle de la cite: Sen nehri ortasında minik bir adadır. Burada ihtişamlı sarayları ve gotik yapıları görebilirsiniz. Sainte Chapelle yi mutlaka görün.
Arc de Triomphe: Napoleonun zaferleri anısına dikilmiş anıt.
– Champs- Elysees meydanı: ip gibi sıralanmış ağaçlarla süslü çok geniş bir cadde. Üstünde büyük mağazalar, sinemalar, kafeler var. Alışveriş için çok pahalı bir cadde. Burada güzel bir park var parktan ilerlediğinizde Petit Palais ve Grand Palais e çıkarsınız. İkiside çok güzel saraylar.
Palais-Royal: Bahçesinde siyah beyaz çizgili, alçaklı yüksekli sütunlar var.
– Montmartre: Dar kıvrımlı sokakları olan tepede çok şirin bir mahalle. Genelde sanatçılarla anılıyor. Biraz zor oluyor ama yürüyerek Sacre-Coeur bazilikasına mutlaka çıkın.Sacre- coeur un hemen altında hediyelik eşyacılar ressamlar bulunan sokak var.
Pantheon
Les İnvalides
La Madeleine: kilise
Luxembourg bahçeleri: Çok güzel rengarenk çiçeklerin olduğu büyük bir bahçe.
Disneyland biz gitmedik ama kızım biraz büyüsün öyle gideceğiz inşallah.

Aslında daha bir sürü yer var görmeye değer ama aklımda kalanlar bunlar. Parise gittiğinizde Sen nehrinde gezintiye çıkmayı unutmayın. Sen nehri etrafında yürürseniz şehrin iki tarafını bağlayan çok güzel köprüler göreceksiniz. Eğer ilginiz çekerse Sorbone üniversitesini de görmenizi tavsiye ederim. Paristede yine çok gelişmiş bir metro ve otobüs ağı var. Hatta çift katlı metroyu görünce baya bir şaşırmıştık. Haftalık bilet alarak toplu taşımadan faydalanabilirsiniz. Aslında en güzeli bisiklet kiralamak.

Eğer kaybolursanız veya adres soracaksanız ve Fransızca bilmiyorsanız, orta yaş üstü Fransızlara sormayın çünkü İngilizce bilmelerine rağmen konuşmuyorlar. Sadece gençler yardımcı oluyor.

Bide Paristen aklımda kalan mis gibi tereyağlı kruvasanlar, çok lezizdiler. Ama dikkat edin Fransızlar şöyle diyor: “Kruvasan ağzınızda 30 saniye, midenizde 30 dakika, kalçalarınızda 30 sene kalır. “ iyi gezmeler.

İlk beş ayda çok kullandıklarım

Mira geldikten sonra ilk 5 ayda en çok kullandıklarımı sıralıyım dedim. Benin için gerçekten çok yaralı oldular:

Lansinoh göğüs kremi: Bebek vakumuyla ne olduğunu şaşırıp yara olan göğüsler için iyi bir krem. Hastanedekilerin tavsiyesi üzerine aldım. İlk 10 gün çok kullandım. Baştan faydasını görmeyecek gibi bir umutsuzluğa düşüyor insan ama göğüslerin iyileşmesinde çok etkili bir krem. Ayrıca bitkisel bazlı olduğu için
sürdükten sonra çocuk emmeden önce temizlemeniz gerekmiyor. Bebiş direkt emebiliyor.


Avent göğüs kalkanı: Yara olan göğüsler için çok faydalı, 15-20 gün kadar kullandım. Göğüslerin hava alarak çabuk iyileşmesini sağlıyor. Göğüslerimin iyileşmeyeceğini düşündüğüm bir zamanda imdadıma yetişti.

Chicco ped: İyileştikten sonra en çok kullandığım ürünlerden biri. Sütü akıtmıyor, elbiseleriniz kirlenmiyor. Başka markalarıda kullandım ben en başarılısı bu. Halende kullanıyorum.


Dr Brown’s doğal akışlı süt biberonu: Mira ilk doğduğunda sütü sağıp arada biberonla verdik. Ama bebişler biberonun akışına çok çabuk alışıp memeyi bırakabiliyorlar. Bu yüzden meme gibi çektiğinde zor gelen bu biberonu kullandık. Biberonu ters çeviriyosun akmıyor. Gaz olmasını önlemek için için garip bi aparatı var.

Medela mini elektrikli pilli süt pompası: Çalışan anneler için ideal. Çantanıza da çok rahat bir şekilde sığar. Gücü çok iyi hemen fırt fırt sağıyosunuz. İlk günden itibaren kullandım. Göğüslerim yara olduğundada bir emzirip bir sağıyordum. İyi leşmesine baya faydalı oldu. Valla sadece süt depolamak için değil mastit oluncada kullandım. Bol bol sağmak gerekiyor çünkü. Süt sağmak sütün artması içinde önemli.

Medela saklama kapları: Yine sevdiğimiz medelanın pompasına uyumlu süt saklama kapları. Sağ sağ at dolaba…

Arzum sıcaklık ölçer: Hem oda sıcaklığını veriyor hem de banyoda suyun sıcaklığını ölçüyor. Bi yere kalmaya gittiğimizde hep yanımızda ördekçik. Boğulma tehlikesi yaşamadan banyo oyuncağı olarakta kullanılabiliyor kerata.

Tiny love oyun halısı: Muratın çabalarına rağmen yinede almayı başardığım bu oyun halısının el, bacak ve kas gelişimine çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Bebğin kendi kendine zaman geçirmesinede çok faydalı olan bu oyuncak için Miradan zaman zaman yorulan kocacım sonradan bana dua etmiştir. Üstünde ayna, tırtır eden balık, yastık, vurunca müzikli ışıklar saçan maymun daha birçok bişiler var. Benin bile yatasım geliyor.

Daha birçok şey var aslında ama şimdilik aklıma gelenler bunlar.

Armutta böyle yenir ama

Melek kızım 5 ayını doldurdu. Emmeyi bırakmaya eğilimli olduğu için halen ek gıda vermiyorum. En azından 6 ay adam gibi emsin. Ama arada armut elma flan veriyorum eline, yeni tadlar öğrensin diye. Bir akşamda armut verdik. Bir armut bu kadar tatlımı yenir ama.

London london


Muratın her seneki Londra görevlerinden birinde bende peşine takıldım. Tabi minik kızım daha tasarım aşamasında bile değildi, o yokken olan kaçamaklardan biri. Murat toplantıdayken ben Londrada gezmedik yer bırakmadım. İngilizlerin soğuk nevaleliği, İngilterenin sürekli yağmur yağan havası ve tek başıma gezebilirmiyim acaba düşüncesi bende ön yargı oluşturmuştu aslında, pek gidesim yoktu bu yüzden. Ama sonra gitmeye karar verdim ve Londraya karşı düşüncem tamamen değişti. 10 gün boyunca incik cincik heryerleri gezdim. Gezmekten ayaklarıma kıramplar girdi yılmadım sürünerek gezdim. 10 gün sonunda Londra “burada yaşanabilir” lerim arasına girmeyi hak etti. Ama genel olarak Londra baya pahalı biryer. Biraz size Lonradan bahsedeyim:

İlk olarak tatilinizin tarihini çok öncede biliyorsanız, ucuz uçak bileti bulabilirsiniz. Otelinizi de booking.com dan ayarlarsanız pek bir sorun yaşamazsınız. Biz genelde öyle yapıyoruz. Ama oteli metro (Tube) civarında ayarlamak çok daha iyi olur. Gerçi yürüyerek veya iki katlı otobüslerle daha keyifli oluyor ama metro daha kolay. Londrada metro insana “bu metroysa bizim Türkiyedekiler ne?” dedirten bir şey. Tube denilen arkadaş 12 tane birbirine bağlantılı hattan oluşuyor ve şehir dışına kadar gidiyor. İlk bakışta mühendislik hesabı gibi zor anlaşılır bir haritası var ama bir şekilde kaybola kaybola çözüyor insan. İndiğiniz gibi 1 haftalık oyster kart alıyorsunuz başınız ağrımıyor, bin binebildiğin kadar. Metro yakınında oteliniz olursa Heathrow havalimanından metroyla gidebilirsiniz.

– gezilebilecek yerlere bakalım.

Trafalgar square
National Gallery (dünyanın en iyi batı Avrupa koleksiyonu, 2000 i aşkın eser vardır, tek kelimeyle harika)
St. James Park (öğle yemeklerini yemek için çok güzel bir park, bir sürü çiçek, sincaplar ve kuğularla güzel vakit geçirirsiniz)
Buckingham sarayi ve sarayda nöbet değişimi
Palace of Westminister – parlamento binaları- Big Ben
London Eye (135 m yüksekliğinde dünyanın en büyük dönme dolabı, şehir manzarası harika)
Westminister abbey (Taç giyme törenleri dünelniyor, kraliyetten büyükler yatıyo)
St pauls catedral
Tower of london (Kraliyet sarayı, hapishane ve idam yeri olarak kullanılmış, caniler bide gösteriyorlar, 900 yıllık)
Tower bridge
Picadelly circus (çok işlek bir cadde, geceleri çok kalabalık oluyor, birsürü eğlence yeri, restoran market flan var)
Hyde park
Madam Tussaud mumya muzesi (yanında St Reagent’s park var)
Oxford street (alışveriş çılgınları için süper bir cadde)
Soho
County hall
Covent garden (Mağazalar, kafeler, restoranlar, pazarlar)
British Museum (1823 ten bu yana varmış, detaylı gezilmesi 1 günden fazla bile sürer. Mısır mumyalarını mutlaka görün derim)
Victoria and albert Museum (Güzel sanatlar müzesi)
Natural History Museum (Dinazor iskeletlerinden tutunda bütün doğa tarihi var, çocuklarınızında mutlaka görmesi gerekir)
Science Museum (Valla bütün mühendislerin görmesi gereken bir müze, ilk lokomotif, Apollo 10, birçok teoremin nasıl işlediğini kurcalayarak görüyosun)

Önceden bilet bulunursa çok güzel tiyatrolar var, Londra tiyatro cenneti biz gidemedik ama tavsiye ederim). Soho ve Covent Gardenda Jazz barlar olduğunu duyduk ama yine gidemedik ne yazıkki. Hertür mutfaktan yiyecek bulmak mümkün. Sadece fast food yemek zorunda değilsiniz.
London eye tarafında Thames nehri boyunca ve covent gardenda çok güzel sokak gösterileri, sokak konserleri oluyor.

Londradan birkaç bavul dönebilirsiniz. Primark diye bir mağaza açıldı, önce oradan bir bavul alıyorsunuz sonra içini dolduruyorsunuz, çok ucuz biryer. Oxford caddesinde daha birçok yer var. Ama saat 8 de hepsi kapanıyor. Ayrıca Lilywhite’tan ucuza spor malzemeleri alabilirsiniz. Londranın en meşhur oyuncakçısı Hamley’ e gidip oyuncak alabilirsiniz.

Valla daha birsürü bir şeyler var aslında ama aklımda kalanlar bunlar. Ha bide trafik sağdan aktığı için birkaç kere ezilme tehlikesi geçirdikten sonra alışıyor insan. Bide prizlerde bizimkiler gibi değil. Her şeyleri kıl bu İngilizlerin yaf. Neyse Londrayı özlemişim. Herkese iyi gezmeler.

Dostlar arasındayız

Cuma akşamı Ayloşum bizi kendi yaptığı açık büfesine davet etmişti. Bursada 2 hafta kalınca uzun zamandır kimseyle görüşemiyorduk. Bu davette çok iyi gelmişti. Yine 2 saat hazırlıktan sonra Aylaya doğru yol aldık. Halen bebişimle hazırlanma evremizi 2 saatten aşağı indiremedik. Alt değiştir, üstünü giydir, çantasını hazırla… her dışarı çıkışımız sanki 1 aylığına tatile gidiyoruz havasında. Neyse uzun uğraşlar sonunda hazırlandık ve çıktık.

Miracığımında o gün sabahtan gelen bir huysuzluğu vardı. Bu huysuzluk arabadada devam etti tabi. Aylanın yeni evini ararken girdiğimiz saçma yollar Miranın çığlıklarıyla birleşince ister istemez insanda sinir bozukluğu oluyor. Araya sora bulduk ve kendimizi eve zor attık. Aylacımda bir masa hazırlamış, bide herkesler orda, artık gecemiz süper gidecek diye düşünürken canım kızım ağlamalar ve çığlıklarla neşemize neşe kattı. En son doktoramı götürsek acaba derken uyuyakaldı meleğim. Sanırım diş çıkarıyo o yüzden huzursuz. Yinede çok güzel bir geceydi. Dostlar arasında olmak güzel.
Geceden Fatiçiğin çektiği kareler kaldı.

TV yoookkk…

Televizyonu oldum olası vakit kaybı olarak görürüm. Ama insan işten gelince yorgunluktan kendini televizyonun karşısına atıp saçma sapan dizileri izlerken buluveriyor. Ama artık Mira hanfendi geldiği için evde değişiklik yapma zamanı geldi. Artık tv bağımlılığına son. Biz tv izlersek kızımızda izler tabi. Televizyon bebeklerin çok dikkatini çekiyor zaten. O yüzden o uyanık olduğu zamanlarda mümkün olduğunca tv yi açmamaya çalışıyoruz.
Televizyonu açmadığımızda Murat ve bende akşamları nekadar çok vaktimiz olduğunu anladık. Tabi eski alışkanlıklarına düşkün olan kocacım için tv yi açmamak zor bir olay. Ama ben bununla ilgili savaş vererek en azından evimizde tv yi açmayıp kızımla oynamaya çalışıyorum. Televizyon birazda annelerin kolayına giden bir şey. Çocuklar tv ye bakarken gayet uslu bir şekilde büyülenmiş gibi izliyorlar, buda bazı annelerin işine geliyor sanırım. Ama zor olan tv yi izlememek ve izletmemek. Bununla ilgili internette okuduğum bir yazıyı paylaşayım dedim.

Soru : Bebeğim/çocuğum televizyon seyredebilir mi ? Televizyon seyretme sınırları nelerdir ?
Cevap : Küçük çocuğunuzun ne kadar televizyon izlemesi gerektiği rafine şeker tüketimi gibidir. Televizyondan onu fazla tüketmesine izin vermeden keyif almasını sağlamalısınız. Küçük çocuğunuzun televizyon karşısında ne kadar vakit geçirdiğini gözlemleyin. Bu süre küçük çocuklar için günde 1, en fazla 2 saati geçmemelidir. 2 yaşın altındaki çocuklar ve bebekler ise hiç televizyon seyretmemelidir.
Televizyon çocukla için bir öğrenme aracı olarak kullanılmalıdır. İşte bu aşamada birkaç püf nokta;
*** Küçük çocuğunuzun televizyon izleme süresini sınırlayın.
2 yaşından küçük çocukların televizyon izlemesi en azda tutulmalıdır. Eğer televizyon izlemesine izin veriyorsanız, bu 15 dakikalık seanslar halinde olmalıdır. Bu sürenin fazlasında çocuğunuzun beyni otomatik pilot konumuna geçer ve hiçbir fayda görmez. Hatta çalışmayı bırakır.
Çocuğunuz 2 yaşına geldiğinde günde bir saati aşmayacak şekilde televizyon seyrettirebilirsiniz. Ayrıca televizyonu çocuğunuzun yatak odasından uzak tutmalı ve yemek saatlerinde televizyonu açık tutmamalısınız.
***Televizyon değil “program ” seyredin.
Televizyonun karşısına rastgele oturmaktansa çocuğunuza özenle seçilmiş programları seyrettirin ve program bittikten sonra televizyon kapattırın. Program bitmeden iki dakika önce yapacağınız “bitecek” uyarısı çocuğunuzun bir başka aktiviteye daha kolay geçebilmesine imkan verecektir.
***Sakin, sessiz programlar seçin.
Yavaş ilerleyen görüntüler küçük çocuğunuzun gördüğünü daha kolay algılayabilmesini sağlar. Çok hareketli ve hızlı değişen görüntüler çocuğunuzun aklını ve görüşünü karıştırır.
Bazı araştırmacılar televizyonda saldırgan program seyeren çocukların saldırganlaştıklarını gözlemlemiştir. Ayrıca küçük çocuklar korku içerikli programlardan da uzak tutulmalıdır. Bunlar yerine, basit içerikli, çocuğunuzu da içine katabilen kelime, sesler, şarkılar, danslar içeren interaktif programları seyrettirin.
*** Programları çocuğunuz ile birlikte seyredin.
Son çalışmalar üç grup çocuk üzerinde durmuştur. Birinci grup sınrsız televizyon seyredenler, ikinci grup orta sürede ebeveynler yanında olmadan seyreden çocuklar, üçüncü grup ise orta süreli ve en az bir ebeveynle birlikte televizyon seyreden çocuklar.
Sonuncu grup akademik test ortamlarında diğer iki gruba kıyasla daha yüksek puanlar almışlardır. Kısacası televizyon seyrederken çocuğunuzun yanında olmanız hatta onunla beraber şarkılar söylemeniz, dans etmeniz, çocuğunuza “senin yaptığın benim için önemli” mesajını vermektedir ve izlediği programların daha öğretici olmasını sağlamaktadır.
*** Küçük çocuğunuzun programları eleştirel gözle izlemesine yardım edin.
Küçük çocuğunuza izlediğiniz programda neler olduğun anlatın ve onu size sorular sorması için destekleyin. Programla kendi hayatı arasında bağlantılar kurmasını sağlayın. Programları kayıt etmeden, aralarda reklam yayınları ile seyrediyorsanız, reklamla program arasındaki farkları anlatın.
*** Program içeriklerini alacağınız kitaplar ve evde yapacağınız aktiviteler ile destekleyin.
Eğer küçük çocuğunuz ile beraber sayılar üzerine bir program seyretmeyi ibtirdiyseniz, izlediğiniz sayılar üzerine konuşun, günlük hayatınızdan örnekler verin. Örneğin yemek masasının üzerine o günün sayısı olan “3″ için üç tane kavanoz koyun. Üç küçük arının üç kavanoz balla olan hikayesini anlatın.
Sözün özü televizyonu eğlence aracı olmanın ötesine taşıyın, öğrenme aracı yapın.
Son olarak unutmayın küçük çocuklar en çok büyüklerini taklit eder. Eğer ebeveynler saatlerce televizyon karşısında oturuyorsa çocuklarınızdan da başka türlü davranmasını bekleyemezsiniz. Eğer ebeveyler gereksiz, gürültülü, siddet ve korku dolu programlar, filmler seyrediyorsa küçük çocuklarınızın bunlardan etkilenmemesi imkansızdır.
Geçtiğimiz ay Fransa’da “Baby TV” olarak yayınlarına devam eden televizyon kanalı resmen devlet tarafından 3 yaşından küçük çocukların zihinsel ve sosyal gelişimleri için zararlı olduğu gerekçesi ile kapatıldı. Sanırım bu ebeveynler için televizyon konusunda son zamanlardaki en büyük uyarıdır.
Kaynak : Babycenter.com

Parmak emiyoruz

Emilmeye hazır bekleyen parmak

Cork cork emilen parmak

Yeni olayımız parmak emme… Bebişkom sol elinin baş parmağını bir güzel oturtup öyle bir emiyorki sanki parmaktan bal filanmı geliyo diyo düşünüyo insan. Memeyi bu kadar iştahla emmezken kıskanıyorum valla. Geçen haftam resmen zorla emzirerek geçti. Hayır başka bir yiyeceğin tadını bilmezken ve yemezken aç durup memeyi reddetmenin mantığı nedir anlamıyorum. Emmek içgüdüsel bir refleks, ee karnında aç, başka bişeyde yemiyosun ama
yinede emmiyosun. Neyse öyle bir dönemdi geçti şimdi biraz daha iyiyiz en azından emerken ağlamıyoruz.

Geçen hafta Bursada hanımefendimis parmak emmeyi keşfetti. Canım babamda Miradan inattır, emziğe alıştırmaya kastı Babam emziği veriyor Mirada emziği ağzından fırlatmak suretiyle eğik atış ve serbest düşme çalışmaları yapıyordu. Babamda ne yazıkki sonunda pes etti. Şimdi minik kızım uykusu geldiğinde ve uyku aralarında parmağı kaptırıyor, ben her gördüğümde çıkarıyorum. O sonra bir ara yine sokuyor. Bütün gecemiz böyle benim çıkarmam ve onu tekrar sokmasıyla geçiyor. Neyseki doktorlara ve internet araştırmalarımıza göre endişelenecek bir durum yokmuş, anne karnında bile parmak emiyorlarmış. Yani emziğe alışmadı parmak emmeye devam… Umarım çabuk bırakır.

İlk dört ay


Ben blog yazmaya başlayana kadar kızım dört aylık oldu. Ama olsun geç kalmış sayılmam. Daha çok yazacağım şey olacak. Neyse ozaman ilk dört ayı özet olarak geçeyim.
Ama öncelikle kendimin anne olma kavramı üzerine bir şeyler söleyeyim. 29 yaşında halen anne kuzusu olan ben anne kelimesini hiç kendim için düşünmemişim, Mira doğunca bunu fark ettim. Benim için “anne” kavramı sadece kendi annemden oluşuyormuş. Ama sağolsun
hormonlarrr, hormonlarımısss bu konuda çok yardımcılar. İnsanı hemen fazlasıyla moda sokuveriyorlar. Bi anda kendimi cefakar anne olarak buluverdim. Anaayımm benn, ana yüreği dayanmaazz…
İlk günler gerçekten zordu, anne olmaya alışmak, emzirmeyi öğrenmek, uykusuz geceler yorgunluk. Kocamın hakkını yemeyeyim ama babalık hikaye valla, her şey anne üzerinde. Bi kere emzirdiğin için bebiş sana muhtaç. Bunları yazıyorum ama gözünüz korkmasın yinede her şeye değer. Canım annecim doğumdan önce gelmişti, doğumdan sonrada 1 aydan fazla kaldı ama çok yoruldu ve gitti. (Ana yüreği burdada devreye giriyo).İlk ayımız salonda Murat, annem ve benim koloni şeklinde nöbetleşe uyumamızla geçti. Hay Mira tıkandı, hay kustu aman kaka yaptı flan derken bir ay geçti bile. Asıl macera annem Bursaya gittikten sonra kızımla yalnız kalınca başladı. Canım gariban kocam sabahları işe gidiyor, akşamda geldiği gibi Mira’ yı kucağında buluyordu. Çünkü Rusyadan bile daha fazla gaza sahip kızımız gazından dolayı huysuzluktan canımı çıkarıyordu. Sağolsun kayınvalidemde çok yardımcı oluyordu ama Mira hepimize yetiyordu. Genelde zamanımız alt alma, doyurma, neden emmiyo bu kız, gazı çıkmadımı, vitamini verdinmi, yaa yinemi pişik oldu bu kız şeklinde geçti. Kırkıydı, ayıydı derken Miracık dört aylık oldu.Kızım iyce ballandı. Şimdi en büyük keyif onunla oynamak, çıkardığı sesleri dinlemek, gülmesi için şaklabanlıklar yapmak. Daha halen işe başlayamasamda her geçen gün dahada bi iyki yapmışım diyo insan.

Yağmur Mira sonunda geldi..


Canım kızım Yağmur Mira sonunda 29.09.2009 tarihinde sonunda dünyaya geldi.

Evet uzun bekleyiş artık yarın sona ericekti. Bence 9 ay çok uzun, kediler gibi 2-3 ayda doğurmaları lazım insanlarında bence. Bekle bekle sıkılıyosun. Ama yinede hamilelik çok özel bir şey, erkeklerin bunu yaşayamadıkları için onlar adına üzülüyorum. Artık karnım burnumuda aşmıştı son zamanlarımda. Ultrason teyzeler ısrarla beni gördüğünde bu kesin erkek derlerken doktorumsa kız olduğunu söylüyordu. Bir müddet biz bile tereddütte kaldık acaba erkekmi diye, hiç farketmezdi gerçi sağlık önemliydi. Neyse beklenen gün geldi çattı ve melek kızım Yağmur Mira sezercik olarak dünyaya geldi. Karnımda uzun süre o kadar güzel bir şeyi taşıdığımı gerçekten bilmiyordum. Kızım dünyanın en güzel şeyi. Tabi 5 yıllık evli olan ve sürekli gezim gezim gezinen biz, hayatımızın bundan sonra daha farklı bir yola girdiğinin henüz farkında değildik…